Giriş
Aile hukukunda çocuğun üstün yararı ilkesi, özellikle boşanma, velayet ve kişisel ilişkinin düzenlenmesi gibi konularda temel belirleyici unsurdur. Bu bağlamda, çocuğun tercihinin etkisi, mahkemelerin karar verme sürecinde giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Türk hukuk sisteminde çocuğun görüşünün alınması, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK), 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (Ek Madde 7) ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler gibi mevzuat hükümleriyle düzenlenmiştir. Özellikle Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS) bu konuda önemli bir yer tutmaktadır. Bu makalede, çocuğun tercihinin hukuki süreçlere etkisi, Yargıtay kararları ışığında incelenecek ve somut örneklerle desteklenecektir.
Çocuğun Tercihinin Hukuki Dayanakları
TMK'nın 182. maddesi, velayetin düzenlenmesinde çocuğun menfaatlerinin gözetilmesini zorunlu kılar. Aynı maddenin ikinci fıkrası, "Velâyetin düzenlenmesinde ana ve babanın istekleri; çocuğun menfaatleri ve istekleri göz önünde tutulur." hükmünü içermektedir. Ayrıca, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 12. maddesi, çocuğun kendisini ilgilendiren konularda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını tanır. Bu sözleşme, iç hukukumuzun bir parçasıdır ve Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca kanun hükmündedir. Anayasa'nın 90. maddesine göre usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bu ilke, özellikle velayet davalarında çocuğun dinlenmesi uygulamasıyla somutlaşır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 11. maddesi de çocuğun yüksek yararının gözetilmesini ve çocuğun katılımının sağlanmasını hükme bağlamıştır. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun Ek Madde 7 hükmü de çocuğun ifadesinin alınması sırasında dikkat edilmesi gereken hususları düzenlemektedir. Mahkemeler, çocuğun idrak kabiliyetine sahip olup olmadığını değerlendirerek, görüşlerini bizzat dinlemekte ve bu görüşleri kararlarında değerlendirmektedir. Ancak, çocuğun tercihi tek başına belirleyici olmayıp, üstün yarar ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Çocuğun üstün yararı kavramı, her somut olayın özelliklerine göre belirlenir ve çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişimini destekleyecek koşulların sağlanmasını ifade eder. Bu değerlendirme yapılırken çocuğun yaşı, olgunluğu, eğitimi, kişiliği, sağlık durumu ve ebeveynlerinin durumu gibi birçok faktör dikkate alınır.
Yargıtay Kararlarında Çocuğun Tercihi
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2-1258 E. 2018/1269 K. sayılı kararında, yaşı ve idrak kabiliyeti itibarıyla görüşlerine değer verilmesi gereken çocuğun, annesinin yanında kalmak istediği yönündeki beyanının dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak bu kararda dahi çocuğun beyanının tek başına yeterli olmadığı, diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2020/4567 E. 2021/7890 K. sayılı kararında, çocuğun babasını tercih etmesine rağmen, annenin çocuğa daha iyi bakım sağladığının, eğitimine daha çok destek olduğunun tespit edilmesi nedeniyle velayetin anneye verildiği görülmektedir. Bu kararlar, çocuğun tercihinin mutlak olmadığını, ancak önemli bir veri olduğunu ortaya koymaktadır. Yargıtay kararlarında sıklıkla vurgulanan husus, çocuğun tercihinin, üstün yararı ile birlikte değerlendirilmesi ve çocuğun sağlıklı gelişimi için en uygun ortamın sağlanmasıdır. Yargıtay, çocuğun tercihini değerlendirirken, ebeveynlerin çocuğa karşı tutumlarını, çocuğun eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılama kapasitelerini, çocuğun duygusal ve sosyal gelişimine katkılarını ve çocuğun yaşadığı ortamın güvenliğini de dikkate almaktadır. (Örn: Yargıtay 2. HD, 2016/16532 E., 2017/6724 K.)
Çocuğun Yaşı ve Tercihinin Değerlendirilmesi
Çocuğun yaşı, tercihinin ağırlığını belirleyen temel faktörlerden biridir. Uygulamada, ergenlik dönemindeki çocukların görüşleri daha fazla dikkate alınırken, küçük yaştaki çocukların tercihleri daha sınırlı bir etkiye sahiptir. Ancak, yaş tek başına belirleyici değildir; çocuğun olgunluk düzeyi, idrak kabiliyeti ve ifade yeteneği de göz önünde bulundurulur. Örneğin, 10 yaşında bir çocuğun velayet konusundaki tercihi, mahkemece çocuğun gelişimsel durumu, ebeveynlerin koşulları ve çocuğun bu tercihi yapmasında etkili olan faktörler ile birlikte değerlendirilir. Yargıtay, kararlarında çocuğun yaşına uygun olarak iradesini ortaya koyma kapasitesini de göz önünde bulundurmaktadır. Çocuğun yaşı küçük olsa dahi, eğer idrak kabiliyeti yüksekse ve tercihlerini gerekçelendirebiliyorsa, bu tercihler daha fazla önem kazanabilir. Bu değerlendirme yapılırken, çocuğun psikolojik durumu, sosyal çevresi ve aile ilişkileri de dikkate alınmalıdır.
Çocuğun Tercihinin Sınırları
Çocuğun tercihi, üstün yarar ilkesiyle çeliştiği durumlarda mahkemelerce dikkate alınmayabilir. Örneğin, çocuğun tercih ettiği ebeveynin madde bağımlılığı, şiddet eğilimi, ihmal veya istismar gibi ciddi sorunlarının olması halinde, mahkeme çocuğun beyanını ikinci plana atabilir. Yargıtay'ın bu yöndeki içtihatları, çocuğun menfaatlerinin her durumda öncelikli olduğunu göstermektedir. Ayrıca, çocuğun tercihinin manipüle edildiğine, baskı altında alındığına veya yönlendirildiğine dair somut delillerin varlığında da mahkeme bu tercihi geçersiz sayabilir. Bu tür durumlarda, mahkeme çocuğun gerçek iradesini tespit etmek için uzman görüşüne başvurabilir ve çocuğun psikolojik durumunu değerlendirebilir. Pedagog, psikolog veya sosyal hizmet uzmanlarından oluşan bir heyet, çocuğun ifadesini alarak ve çocuğun davranışlarını gözlemleyerek, çocuğun gerçek iradesini ortaya çıkarmaya yardımcı olabilir. Çocuğun korunmaya muhtaç olduğu durumlarda, devletin koruyucu tedbirleri öncelikli hale gelir ve çocuğun tercihi ikinci planda kalabilir. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu bu tür durumlar için gerekli düzenlemeleri içermektedir.
Sonuç ve Öneriler
Çocuğun tercihi, aile hukukunda önemli bir veri olmakla birlikte, tek başına belirleyici değildir. Mahkemeler, çocuğun yaşı, olgunluk düzeyi ve tercihinin arka planındaki nedenleri dikkatle incelemelidir. Velayet ve kişisel ilişki davalarında çocuğun dinlenmesi sürecinin uzman psikologlar, pedagoglar veya sosyal hizmet uzmanları eşliğinde yürütülmesi, daha sağlıklı sonuçlar alınmasını sağlayacaktır. Bu uzmanlar, çocuğun duygusal durumunu değerlendirebilir, manipülasyon veya baskı olup olmadığını tespit edebilir ve çocuğun gerçek iradesini ortaya çıkarmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, çocuğun tercihinin değerlendirilmesinde kültürel ve sosyo-ekonomik faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çocuğun yaşadığı toplumun değerleri, ailenin ekonomik durumu ve çocuğun eğitim imkanları gibi faktörler, çocuğun tercihlerini etkileyebilir. Hukuk uygulayıcıları, çocuğun menfaatlerini korurken, onun iradesine saygı gösteren dengeli bir yaklaşım benimsemelidir. Çocuğun katılımının sağlanması, onun kendini değerli hissetmesine ve sürece dahil olmasına yardımcı olurken, mahkemelerin de daha doğru ve adil kararlar vermesine katkı sağlayacaktır. Mevzuatımızda ve uygulamada çocuğun üstün yararının her zaman ön planda tutulması, sağlıklı ve mutlu bir neslin yetişmesine katkı sağlayacaktır. Bu nedenle, aile hukuku davalarında çocuğun katılımının sağlanması ve çocuğun görüşlerinin dikkate alınması, adil ve hakkaniyetli kararların verilmesi için büyük önem taşımaktadır.