Türk ticaret hukuku, küresel ekonomik gelişmeler ve yerel ihtiyaçlar doğrultusunda sürekli bir dönüşüm içindedir. Bu makalede, son dönemdeki güncel ticaret hukuku mevzuatındaki yenilikler ve Yargıtay içtihatları ışığında, ticari hayatı doğrudan etkileyen önemli gelişmeler ele alınacaktır.
Kamu İhalelerinde Şeffaflık, Hesap Verebilirlik ve Yolsuzluk İddialarının Hukuki Çerçevesi
Son dönemde kamuoyunu meşgul eden kamu ihalesi yolsuzluk iddiaları ve beraberindeki tutuklamalar, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun (KİK) uygulanmasına ilişkin önemli tartışmaları gündeme getirmiştir. İhale süreçlerinde usulsüzlük ve yolsuzluk iddiaları, sözleşmenin iptali, tazminat talepleri ve cezai sorumluluk gibi çok boyutlu hukuki sonuçlar doğurabilmektedir. Yargıtay, bu tür davalarda idarenin ihale sürecindeki davranışlarını "kamu gücü" niteliğiyle değerlendirmekte ve idari yargının denetim yetkisini geniş yorumlamaktadır. Bu kapsamda, özellikle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümleri de değerlendirilmektedir.
Özellikle, "kamu yararı" ilkesi ile "rekabetin sağlanması" ilkesi arasındaki dengenin gözetilmesi, ihale hukukunun temel meselelerinden biridir. İhale süreçlerinde yaşanan usulsüzlükler, sadece idare hukuku anlamında değil, aynı zamanda TBK ve TTK kapsamında da hukuki sorumluluk doğurabilmektedir. Örneğin, ihale sürecinde rüşvet veya yolsuzluk yapılması, hem idari para cezalarını hem de Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) ilgili maddeleri uyarınca hapis cezalarını gerektirebilir (TCK m. 212 vd.). İhaleye fesat karıştırma suçları bakımından ise TCK'nın ilgili hükümleri (TCK m. 235 vd.) devreye girmekte ve bu durum şirket yöneticileri için ciddi cezai yaptırımları beraberinde getirebilmektedir. Hukuki süreçlerde, şirketlerin uygun due diligence (yeterli inceleme) çalışmaları yapması, etik kurallara uygun hareket etmesi ve ihale mevzuatına tam uyum sağlaması büyük önem taşımaktadır.
Özel Sektörde İstihdamın Geleceği: İşten Çıkarmalar, Fesih ve Kıdem Tazminatı Hesaplamaları
Ekonomik dalgalanmaların bir sonucu olarak son aylarda artan işten çıkarma dalgası, 4857 sayılı İş Kanunu ve ilgili yargı kararları çerçevesinde detaylı bir incelemeyi gerektirmektedir. İş sözleşmelerinin feshi, geçerli fesih sebeplerinin varlığı ve fesih usulünün hukuka uygunluğu, işçi ile işveren arasında çıkan uyuşmazlıkların temelini oluşturmaktadır. Kıdem tazminatı hesaplamaları, son ücret ve hizmet süresi dikkate alınarak yapılmakta olup, Yargıtay'ın yerleşik içtihatları bu konuda yol gösterici olmaktadır. Özellikle, 2024 yılı itibarıyla kıdem tazminatı tavanı da dikkate alınmalıdır.
İş güvencesi kapsamındaki işçilerin iş sözleşmelerinin feshinde, işverenin geçerli bir sebep göstermesi ve fesih bildirimini yazılı olarak yapması zorunludur (İş Kanunu m. 18 vd.). Aksi halde, fesih geçersiz sayılmakta ve işçi işe iade talebinde bulunabilmektedir. Toplu işten çıkarmalarda ise, İş Kanunu'nun 29. maddesi uyarınca, işverenin en az otuz gün önceden yazılı bildirimde bulunması ve bu bildirimi Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne iletmesi gerekmektedir. Bu süreçlere uyulmaması, işveren açısından idari para cezaları ve tazminat yükümlülükleri doğurabilmektedir. İş hukuku alanındaki bu gelişmeler, şirketlerin insan kaynakları politikalarını ve sözleşme yönetim süreçlerini gözden geçirmelerini zorunlu kılmaktadır.
Ekonomik Dalgalanmalar Karşısında Şirketlerin Hayatta Kalma Stratejileri: İflas ve Konkordato
Ekonomik istikrarsızlık dönemlerinde şirketler için borç yükümlülüklerini yerine getirememe riski artmakta, bu durum iflas ve konkordato müesseselerinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümleri, iflas ve konkordato süreçlerine ilişkin detaylı bir düzenleme getirmiştir. Özellikle, "acele konkordato" olarak bilinen süreç, şirketlere borçlarını yeniden yapılandırma konusunda önemli bir imkan sağlamaktadır. 7445 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler, konkordato süreçlerine ilişkin önemli yenilikler getirmiştir.
Konkordato sürecinin başarıyla tamamlanabilmesi için, alacaklıların çoğunluğu ile anlaşmaya varılması ve konkordato tasdikinin mahkeme tarafından onaylanması gerekmektedir (İİK m. 305 vd.). Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun son dönemde verdiği kararlar, konkordato sürecinde alacaklıların haklarının korunması ve şeffaf bir yapının oluşturulması yönünde gelişmektedir. İflas sürecinde ise, iflas masasının oluşturulması ve alacaklılar arasında paylaştırma yapılması, Türk Ticaret Kanunu'nun titizlikle düzenlediği bir süreçtir. Bu süreçlerde, şirket ortaklarının ve yöneticilerinin hukuki sorumlulukları da ayrıca değerlendirilmekte olup, özellikle sermaye şirketlerinde yöneticilerin özen ve sadakat yükümlülüklerine uygun hareket etmeleri büyük önem taşımaktadır (TTK m. 629 vd.).
Ortaklık İlişkilerinde Güncel Gelişmeler ve Şirketler Hukuku
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 2012 yılında yürürlüğe girmesiyle birlikte, şirketler hukuku alanında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Son dönemde, özellikle limited ve anonim şirketlerde ortaklar arası ilişkiler, pay devir sözleşmeleri ve şirket yöneticilerinin sorumluluklarına ilişkin uyuşmazlıklar ön plana çıkmaktadır. Yargıtay, şirketler hukukuna ilişkin davalarda, şirket tüzel kişiliğinin ayrılığı ilkesini titizlikle korumakta, ancak bu ilkenin kötüye kullanıldığı durumlarda "şirket perdesinin kaldırılması" müessesesini uygulamaktadır (TTK m. 202).
Ortaklık ilişkilerinde yaşanan uyuşmazlıkların çözümünde, şirket sözleşmesi hükümlerinin yanı sıra, Kanun'un emredici hükümleri de dikkate alınmaktadır. Özellikle, azınlık haklarının korunması (TTK m. 410 vd.), şirket kararlarının iptali davaları (TTK m. 447 vd.) ve yöneticilerin sorumluluğu (TTK m. 553 vd.) gibi konular, ticaret mahkemelerinde sıklıkla görülen dava türlerini oluşturmaktadır. Şirket birleşme ve devralmalarında ise, rekabet hukuku kurallarına uygunluk ve paydaş haklarının korunması temel öncelikler arasında yer almaktadır.
Sonuç ve Öneriler
Türk ticaret hukuku, dinamik yapısı gereği sürekli bir gelişim içindedir. Kamu ihalelerinden iş hukukuna, iflas ve konkordato süreçlerinden ortaklık ilişkilerine kadar geniş bir yelpazede yaşanan gelişmeler, şirketlerin ve ticari işletmelerin hukuki uyumluluk süreçlerini daha titizlikle yönetmelerini gerektirmektedir. Güncel Yargıtay kararları ve mevzuat değişiklikleri takip edilerek, şirketlerin olası hukuki risklere karşı önlem almaları büyük önem taşımaktadır.
Şirketlerin, ticari işlemlerinde şeffaflık ilkesine uygun hareket etmeleri, sözleşme yönetim süreçlerini profesyonel bir şekilde düzenlemeleri ve olası uyuşmazlıklarda erken müdahale mekanizmaları geliştirmeleri, hukuki sorunların önlenmesi açısından kritik öneme sahiptir. Ticaret hukuku alanındaki bu gelişmeler, hem şirketler hem de hukuk uygulayıcıları için sürekli bir uyum ve gelişim sürecini zorunlu kılmakta olup, profesyonel hukuki danışmanlık hizmetlerinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.