Günümüzde sosyal medya platformlarının hayatımızdaki etkisi giderek artarken, bu platformlar üzerinden işlenen suçlar ve bu suçlara yönelik hukuki düzenlemeler de büyük önem kazanmaktadır. 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'da (İnternet Yasası) yapılan değişikliklerle kapsamı genişleyen Sosyal Medya Yasası, özellikle son dönemlerdeki gözaltı ve tutuklama uygulamalarıyla sıkça gündeme gelmektedir. Bu makalede, söz konusu yasa kapsamında gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama işlemlerinin ceza hukuku ilkeleri, ifade özgürlüğü ve kanunilik ilkesi bağlamında hukuki bir değerlendirmesi yapılacaktır.


Hukuki Dayanak: 5651 Sayılı Kanun ve İlgili Mevzuat


Sosyal medya yasası olarak bilinen düzenlemelerin temelini 5651 sayılı Kanun oluşturmaktadır. Kanun'un temel amacı, internet ortamında işlenen belirli suçların önlenmesi ve bu suçlarla mücadeledir. Kanun kapsamında, içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı ve erişim sağlayıcı gibi farklı aktörler tanımlanmış ve bu aktörlere çeşitli yükümlülükler getirilmiştir. Özellikle, sosyal ağ sağlayıcı olarak nitelendirilen ve günlük erişim sayısı bir milyonu aşan platformlar için Türkiye'de temsilci bulundurma, yerleşik yabancı sermaye şirketi kurma ve verileri Türkiye'de depolama gibi ek yükümlülükler öngörülmüştür. Bu yükümlülüklere uyulmaması halinde, platformlara yönelik reklam yasağı, bant daraltma ve erişimin engellenmesi gibi idari yaptırımlar uygulanabilmektedir. Ayrıca, 7253 sayılı Kanun ile 5651 sayılı Kanun'da yapılan değişikliklerle, sosyal ağ sağlayıcıların ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikteki içerikleri kaldırma yükümlülükleri genişletilmiştir.


Sosyal Medya Üzerinden İşlenen Suçlar ve Gözaltı Süreçleri


Sosyal medya platformları, Türk Ceza Kanunu (TCK) ve diğer kanunlarda tanımlanan birçok suçun işlendiği bir alan haline gelmiştir. Kişisel verilerin kaydedilmesi (TCK m. 135), hakaret (TCK m. 125), tehdit (TCK m. 106), özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK m. 134), halkı kin ve düşmanlığa tahrik (TCK m. 216) ve terör örgütü propagandası yapmak (TMK m. 7/2) bu suçların başında gelmektedir. Bir paylaşımın suç teşkil edip etmediğinin tespiti, somut olayın özelliklerine ve paylaşımın içeriğine göre değerlendirilmektedir. Bu tür suç iddiaları üzerine Cumhuriyet savcılığı tarafından soruşturma başlatılmakta, dijital deliller toplanmakta ve şüpheliler hakkında gözaltı işlemi uygulanabilmektedir. Gözaltı süreci, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 90 ve devamında düzenlenen şartlara tabidir. Bir şahsın gözaltına alınabilmesi için kuvvetli suç şüphesinin varlığı aranır. Gözaltı süresi, genel olarak 24 saati geçemez (CMK m. 91). Ancak, toplu olarak işlenen suçlarda veya soruşturmanın zorluğu nedeniyle bu süre 48 saate kadar uzayabilmektedir. Gözaltı süresince şüphelinin avukatıyla görüşme hakkı bulunmaktadır ve bu hak, adil yargılanma hakkının temel bir unsurudur (CMK m. 95).


İfade Özgürlüğü ve Kanunilik İlkesi Arasındaki Denge


Sosyal medya yasası uygulamalarında en temel tartışma, ifade özgürlüğü ile suçun önlenmesi arasındaki dengenin nasıl kurulacağıdır. Anayasa'nın 26. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez bir unsurudur. Ancak bu özgürlük, mutlak değildir; milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık ve ahlakın korunması veya başkalarının şöhret ve haklarının korunması gibi meşru amaçlarla sınırlandırılabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m. 10 da benzer bir düzenleme içermektedir. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında, bir eleştirinin sınırları aşarak suç teşkil edip etmediğinin belirlenmesinde, eleştirinin üslubu, hedefi, yapıldığı bağlam ve toplum üzerindeki olası etkisi gibi unsurların birlikte değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Kanunilik ilkesi (TCK m. 2) gereği, bir fiilin suç olarak tanımlanabilmesi için açık ve net bir şekilde kanunda düzenlenmiş olması şarttır. Bu bağlamda, sosyal medya paylaşımlarının cezai sorumluluk doğurması için, paylaşımın hangi somut suç tipine girdiğinin ve kanuni unsurlarının titizlikle tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır. Aksi halde, meşru eleştiri ve muhalefet hakkı, cezai yaptırım tehdidi altında kalabilir.


Yargıtay'ın Konuya İlişkin Yaklaşımı


Yargıtay, sosyal medya paylaşımlarından doğan ceza davalarında, ifade özgürlüğünü gözetmekle birlikte, suç oluşturan eylemleri de cezalandıran bir içtihat geliştirmiştir. Örneğin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bir siyasetçi hakkında yapılan eleştirinin hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığını değerlendirirken, siyasetçilerin eleştiriye daha açık olduğunu ve kullanılan ifadelerin somut olaydaki bağlamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Benzer şekilde, bir başka kararında, sosyal medyada yapılan bir paylaşımın halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu oluşturabilmesi için, paylaşımın şiddet eylemlerine doğrudan çağrı yapması veya hedef göstererek kamu barışını ciddi şekilde tehdit etmesi gerektiğine hükmetmiştir. Yargıtay, dijital delillerin toplanması ve sunulması sürecinde, CMK hükümlerine ve usul güvenliklerine sıkı sıkıya bağlı kalınması gerektiğini de vurgulamaktadır. Ayrıca, Yargıtay'ın 2024 yılı itibarıyla güncel içtihatlarında, sosyal medya paylaşımlarının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi ve suç unsurlarının somut delillerle desteklenmesi gerektiği yönünde eğilimler bulunmaktadır.


Gözaltı ve Tutuklama Kararlarının Değerlendirilmesi


Gözaltı ve tutuklama, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına (Anayasa m. 19, AİHS m. 5) doğrudan müdahale eden koruma tedbirleridir. CMK m. 100 uyarınca, tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin yanı sıra, bir tutuklama nedeninin de bulunması gerekir. Bu nedenler; kaçma şüphesi, delilleri karartma, gizleme veya değiştirme şüphesi veya suçun işlenmeye devam etmesi şeklinde sayılmıştır. Sosyal medya paylaşımları üzerinden yürütülen soruşturmalarda, tutuklama nedenlerinin somut delillerle desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Özellikle, paylaşımın tek seferlik bir eylem olması ve şüphelinin sabıkasız olması gibi durumlarda, delilleri karartma veya kaçma riskinin somut göstergelerle ispatlanması gerekmektedir. Aksi takdirde, adil yargılama sürecini beklerken özgürlüğünden mahrum bırakılan bireylerin hakları ihlal edilebilmektedir. Bu noktada, soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri ve kovuşturma aşamasında mahkemeler, tutuklamanın bir cezalandırma aracı değil, bir tedbir olduğunu göz önünde bulundurarak karar vermelidir. Ayrıca, CMK m. 109 uyarınca, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinin uygulanması da değerlendirilmelidir.


Sonuç ve Öneriler


Sosyal medya yasası kapsamında yapılan gözaltı ve tutuklama uygulamaları, bireyin temel hak ve özgürlükleri ile devletin suçla mücadele etme görevi arasında hassas bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Teknolojinin hızla geliştiği bir çağda, hukuk kurallarının da bu gelişmelere ayak uydurması kaçınılmazdır. Ancak, bu uyum sürecinde, kanunilik ilkesi, ifade özgürlüğü ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı gibi temel hukuk ilkelerinden taviz verilmemelidir. Gözaltı ve tutuklama gibi özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler, ancak son çare olarak ve somut delillere dayanarak uygulanmalıdır. Yargı mercileri, sosyal medya paylaşımlarını değerlendirirken, içeriğin siyasi eleştiri, sanatsal ifade veya meşru bir tartışmanın parçası olup olmadığını dikkatle incelemelidir. Vatandaşların ise, sosyal medya kullanımında, başkalarının haklarına saygı göstermeyi ve yasal sınırların farkında olmayı ilke edinmeleri, hem kendi hukuki güvenlikleri hem de toplumsal barış açısından hayati önem taşımaktadır. Hukuki süreçlerde bireylere profesyonel hukuki danışmanlık ve rehberlik sağlanması, hak kayıplarının önüne geçilmesi adına önem arz etmektedir.