Sosyal medya platformlarının hayatımızdaki yeri giderek genişlerken, ifade özgürlüğü ile nefret söylemi arasındaki hassas dengenin nasıl kurulacağı, önemli hukuki tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Özellikle Twitter gibi platformlarda sıkça gündeme gelen sosyal medyada nefret söylemi ve bununla bağlantılı olarak gerçekleşen tutuklamalar, ceza hukuku ve anayasal haklar kesişiminde karmaşık bir hukuki zemine işaret etmektedir. Bu makalede, Türk Ceza Hukuku mevzuatı çerçevesinde sosyal medyada işlenen nefret söylemi suçları, ifade özgürlüğünün sınırları ve bu alandaki yargısal denetim detaylı bir şekilde incelenecektir.


Sosyal Medyada Nefret Söylemi Kavramı ve Hukuki Çerçeve


Sosyal medya, bireylerin düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği, kamusal bir alan işlevi görmektedir. Ancak bu özgürlük, mutlak değildir. Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216. maddesi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu düzenleyerek, ifade özgürlüğünün temel sınırlarını belirlemektedir. Bu madde, bir kimseyi veya bir grubu, mensup olduğu din, dil, ırk, etnik köken, cinsiyet, engellilik veya mezhep gibi nedenlerle kamuoyu önünde aşağılayan, bu gruplara karşı nefret veya düşmanlığı alenen tahrik eden içerikleri suç olarak tanımlamaktadır. Özellikle sosyal medya paylaşımlarının "aleniyet" unsurunu kolaylıkla taşıması, bu platformları TCK m. 216 açısından riskli bir alan haline getirmektedir. Ayrıca, sosyal medya üzerinden kişisel verilerin paylaşılması (TCK m. 136), hakaret (TCK m. 125) ve tehdit (TCK m. 106) gibi diğer suç tipleri de sıklıkla işlenebilmektedir.


İfade Özgürlüğü ve Meşru Sınırlar


Anayasa'nın 26. maddesi, herkese düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkını tanımaktadır. Ancak aynı madde, bu hakkın; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, genel ahlak ve genel sağlığın korunması, başkalarının şöhret ve haklarının veya özel hayatlarının ya da kanunun öngördüğü diğer amaçların korunması amacıyla sınırlanabileceğini hükme bağlamaktadır. Nefret söylemi, bu meşru sınırlamaların en tipik örneklerinden biridir. İfade özgürlüğü, başkalarının temel hak ve özgürlüklerini ihlal etme veya toplumsal barışı tehdit etme aracı olarak kullanılamaz. Bu noktada, eleştiri ile nefret söylemi arasındaki ayrım kritik önem taşımaktadır. Siyasi bir kişiyi veya kurumu eleştirmek, ifade özgürlüğü kapsamında korunurken, bir grubu sırf aidiyeti nedeniyle aşağılayıcı, ayrımcılığa yol açan ve düşmanlığa sevk edici bir dil kullanmak, hukukun korumasından yararlanamaz. Bu ayrımın belirlenmesinde, ifadenin bağlamı, hedef kitlesi ve kullanılan dilin özellikleri gibi unsurlar dikkate alınmaktadır.


Soruşturma ve Kovuşturma Süreçleri: Tutuklama Tedbiri


Sosyal medyada işlenen suçlara ilişkin soruşturmalar, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) hükümlerine göre yürütülmektedir. Cumhuriyet savcılığı, şikayet veya kolluk birimleri aracılığıyla kendiliğinden ulaşan bilgiler üzerine soruşturma başlatabilmektedir. Soruşturma aşamasında, şüpheli veya sanığın sosyal medya hesapları üzerinden delil toplanması ve bu delillerin mahkemede kullanılabilirliği büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, IP adresi tespiti, içeriklerin tespiti, ekran görüntüleri alınması ve ilgili platformlardan bilgi talep edilmesi gibi işlemler gerçekleştirilmektedir. Tutuklama tedbiri ise CMK'nın 100. maddesi uyarınca, kuvvetli suç şüphesinin varlığı yanında, bir kaçma şüphesi veya delilleri karartma riski gibi özel tutuklama nedenlerinin de bulunması halinde, hâkim tarafından hükmedilebilecek bir koruma tedbiridir. Sosyal medya suçlarında, sanığın dijital delilleri yok etme veya başkalarıyla iletişim kurarak delilleri etkileme ihtimali sıklıkla gündeme geldiğinden, savcılık makamları tarafından tutuklama talebinde bulunulabilmekte, nihai kararı ise görevli sulh ceza hâkimi vermektedir. Tutuklama kararı, Anayasa'nın 19. maddesinde belirtilen özgürlük ve güvenlik hakkına bir müdahale teşkil ettiğinden, orantılılık ilkesi çerçevesinde değerlendirilmelidir.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) İçtihatlarının Yönlendirici Rolü


Türk yargısının sosyal medya ve ifade özgürlüğü konusundaki uygulamaları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM içtihatları ışığında şekillenmektedir. AİHM, ifade özgürlüğünü demokratik toplumun temel taşı olarak görmekte, ancak nefret söylemini bu hakkın koruması dışında bırakmaktadır. Mahkeme, özellikle Öztürk / Türkiye (Başvuru No: 22479/04) ve İ.A. / Türkiye (Başvuru No: 42571/07) gibi kararlarında, ifadenin sınırlandırılabilmesi için, ifadenin bir nefret söylemi niteliği taşıması, toplumsal barışı bozucu potansiyelinin bulunması ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM, aynı zamanda, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalelerin orantılı olması gerektiğinin altını çizmekte, tutuklama gibi ağır tedbirlerin ancak çok ciddi durumlarda ve başvurulacak son çare olarak kullanılması gerektiğini belirtmektedir. Bu içtihatlar, Türk mahkemeleri için önemli bir yol gösterici nitelik taşımakta ve yargılamalarda dikkate alınması gereken temel ilkeleri ortaya koymaktadır.


Yargıtay Kararları Işığında Uygulama


Yargıtay, sosyal medya paylaşımlarının ne zaman nefret söylemi kapsamına girdiği konusunda bir dizi içtihat oluşturmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yerleşik kararlarına göre, TCK m. 216 kapsamında suçun oluşması için, somut ve mevcut bir tehlike veya toplumsal bir olayın çıkması aranmamakta; ifadenin nefret veya düşmanlığı tahrik edici nitelikte olması yeterli görülmektedir. Ancak, diğer taraftan, Yargıtay, sosyal medya paylaşımlarının bağlamının da dikkate alınması gerektiğini, bir tartışma içinde sarf edilen ve belirli bir grubu hedef almayan sert ifadelerin her zaman bu suçu oluşturmayacağını da hükme bağlamıştır. Bu da, her sert eleştirinin otomatik olarak nefret söylemi sayılamayacağını, olayın özelliklerine göre somut bir değerlendirme yapılması gerektiğini göstermektedir. Yargıtay kararlarında, ifadenin içeriği, hedef kitlesi, kullanılan dilin özellikleri ve paylaşıldığı platform gibi unsurlar değerlendirilerek, nefret söylemi olup olmadığına karar verilmektedir.


Sonuç ve Değerlendirme


Sosyal medyada nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasındaki denge, demokratik hukuk devletlerinin en zorlu sınavlarından biridir. Türk hukuk sistemi, bu dengeyi; Anayasa, TCK ve CMK hükümleri ile AİHS ve AİHM içtihatları doğrultusunda kurmaya çalışmaktadır. Nefret söylemi, toplumsal barışı ve bireylerin huzurunu tehdit eden ciddi bir suç olarak kabul edilmekte ve cezai yaptırıma tabi tutulmaktadır. Ancak, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsuru olduğu unutulmamalı, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde, özellikle tutuklama gibi özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirlerde orantılılık ilkesine titizlikle uyulmalıdır. Hukuki süreçlerde bireylere profesyonel hukuki danışmanlık sağlanması, haklarının korunması ve yasal süreçlerde doğru rehberlik edilmesi büyük önem taşımaktadır. Sonuç olarak, dijital çağda, nefretin değil, hukukun ve hoşgörünün egemen olduğu bir iletişim ortamının inşası, hem devletin hem de bireylerin ortak sorumluluğudur. Bu bağlamda, hem ifade özgürlüğünün korunması hem de nefret söylemiyle etkin bir şekilde mücadele edilmesi, demokratik toplumun sürdürülebilirliği açısından hayati öneme sahiptir.