```html

Yoksulluk Nafakası ve İstanbul Sözleşmesi'nden Çekilmenin Etkileri



Giriş



Yoksulluk nafakası, boşanma sonrasında yoksulluğa düşecek olan eşin, diğer eş tarafından desteklenmesini amaçlayan bir aile hukuku kurumudur. Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenmiş olup, boşanma davalarının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Son yıllarda, yoksulluk nafakasının süresi, miktarı ve koşulları hakkında kamuoyunda ve hukuk çevrelerinde yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Bu tartışmalar, özellikle Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesiyle birlikte daha da alevlenmiştir. Bu makalede, yoksulluk nafakasının genel çerçevesi, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin potansiyel etkileri ve bu konudaki güncel hukuki tartışmalar ele alınacaktır.

Yoksulluk Nafakasının Hukuki Dayanağı ve Amacı



Yoksulluk nafakası, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 175. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre, "Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir." Bu hüküm, yoksulluk nafakasının temel amacının, boşanma nedeniyle ekonomik olarak dezavantajlı duruma düşen eşin asgari yaşam standardını korumak olduğunu göstermektedir. Yoksulluk nafakası, sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak da değerlendirilebilir.

Yargıtay, yoksulluk nafakasının amacını, "boşanma sonucu yoksulluğa düşen eşin, boşanma öncesindeki hayat standardını olmasa bile, asgari yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan ekonomik desteği sağlamak" şeklinde tanımlamaktadır. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2016/15562 E., 2017/4253 K.)

İstanbul Sözleşmesi ve Kadın Hakları Açısından Önemi



İstanbul Sözleşmesi, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olarak da bilinir. Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önlemeyi ve bunlarla mücadele etmeyi amaçlayan uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir. Türkiye, 2011 yılında bu sözleşmeyi imzalamış ve 2012 yılında onaylamıştır. Ancak, 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı kararıyla sözleşmeden çekilmiştir.

İstanbul Sözleşmesi, kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından önemli bir role sahiptir. Sözleşme, devletlere kadınlara yönelik şiddeti önleme, şiddet mağdurlarını koruma ve failleri cezalandırma yükümlülüğü getirmektedir. Ayrıca, sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınların güçlendirilmesi için de çeşitli önlemler öngörmektedir.

İstanbul Sözleşmesi'nden Çekilmenin Yoksulluk Nafakası Üzerindeki Potansiyel Etkileri



Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi, yoksulluk nafakası gibi kadın haklarıyla ilgili konularda endişelere yol açmıştır. Sözleşmenin, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi gibi hedefleri desteklediği düşünüldüğünde, çekilme kararının bu alanlarda gerilemelere neden olabileceği yönünde kaygılar bulunmaktadır.

Bazı hukukçular, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin, yoksulluk nafakası davalarında kadınların aleyhine sonuçlar doğurabileceğini savunmaktadır. Özellikle, nafaka miktarının belirlenmesi ve süresinin uzatılması gibi konularda, mahkemelerin daha muhafazakar bir yaklaşım sergileyebileceği ve kadınların ekonomik haklarını yeterince koruyamayabileceği endişesi taşınmaktadır.

Ancak, diğer bazı hukukçular ise, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin doğrudan yoksulluk nafakası davalarını etkilemeyeceğini, Türk Medeni Kanunu'nun ilgili hükümlerinin yürürlükte olduğunu ve mahkemelerin bu hükümlere göre karar vermeye devam edeceğini belirtmektedirler. Bu görüşe göre, önemli olan, mahkemelerin mevcut yasal düzenlemeleri adil ve eşitlikçi bir şekilde uygulamasıdır.

Güncel Hukuki Tartışmalar ve Yargıtay Kararları



Yoksulluk nafakası konusunda, özellikle nafakanın süresiyle ilgili olarak yoğun hukuki tartışmalar yaşanmaktadır. Süresiz nafaka uygulamasının, bazı durumlarda adaletsizliklere yol açtığı ve eski eşler arasında sürekli bir bağımlılık ilişkisi yarattığı yönünde eleştiriler bulunmaktadır. Bu eleştiriler, nafaka süresinin sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması yönünde taleplere yol açmıştır.

Yargıtay, süresiz nafaka uygulamasının Anayasa'ya aykırı olmadığına karar vermiştir. Ancak, Yargıtay kararlarında, nafaka miktarının belirlenmesinde ve süresinin uzatılmasında, somut olayın özelliklerinin dikkate alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Özellikle, nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi, düzenli bir işe girmesi veya ekonomik durumunun iyileşmesi gibi durumlarda, nafakanın kaldırılması veya azaltılması gerektiği belirtilmektedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/3-2284 E., 2020/630 K. sayılı kararında, "Yoksulluk nafakası, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın asgari yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan ekonomik desteği sağlamayı amaçlar. Bu nedenle, nafaka miktarının belirlenmesinde, nafaka alacaklısının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsünün mali gücü dengelenmelidir." ifadelerine yer verilmiştir.

Sonuç ve Öneriler



Yoksulluk nafakası, boşanma sonrasında ekonomik olarak dezavantajlı duruma düşen eşin korunması açısından önemli bir hukuki kurumdur. Ancak, nafaka süresi ve miktarı konusunda yaşanan tartışmalar, bu kurumun daha adil ve etkin bir şekilde uygulanması gerektiğini göstermektedir.

İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin, yoksulluk nafakası davaları üzerindeki potansiyel etkileri dikkatle izlenmelidir. Mahkemelerin, kadın haklarını koruma ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama ilkelerine uygun olarak karar vermesi büyük önem taşımaktadır.

Yoksulluk nafakası konusunda yaşanan tartışmaların giderilmesi ve hukuki belirsizliklerin ortadan kaldırılması için, Türk Medeni Kanunu'nda gerekli düzenlemelerin yapılması faydalı olacaktır. Bu düzenlemeler, nafaka süresinin sınırlandırılması, nafaka miktarının belirlenmesinde daha objektif kriterlerin kullanılması ve nafaka alacaklısının ekonomik durumunun iyileşmesi halinde nafakanın kaldırılması gibi konuları içerebilir.

Son olarak, yoksulluk nafakası konusunda toplumda farkındalık yaratılması ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi de önemlidir. Bu sayede, nafaka konusunda yaşanan yanlış anlaşılmaların önüne geçilebilir ve daha yapıcı bir tartışma ortamı yaratılabilir.
```